Sunday, November 17, 2013

OLKAN

Olkan diye bir arkadaşım vardı orta okuldayken. Sıra arkadaşımdı, yanlış değilsem iki yıl aynı sırayı paylaştık. Olkan da neymiş nasıl bir isimdir diye düşünürdüm; duymamıştım daha önce. Çocuk bizim oralı değildi. Önceleri belki, de onların yörede böyle bir isim vardır diye düşünmüştüm. Arkadaşlık ileriedikçe öğrendim; meğer nüfus memuru kaydını yaparken ‘V’ harfini yazmayı unutmuş, herifin adı Olkan diye kalmış. O zamana kadar Volkan diye bir arkadaşım da olmamıştı, söylemesi zor geldi onca zaman Olkan diye çağırdıktan sonra. Sordum, ‘Seni bundan sonra Volkan diye çağırayım mı?’ diye. ‘Yok’ dedi; ‘babam bile Olkan diye çağırıyor.’ Sevinmiştim, Olkan yine Olkan olarak kalacaktı.

Güzel bir arkadaşlığımız oldu orta okul boyunca. O bana çok şey öğretti; ben de ona.. O bana göre daha bi fırlama, o dönem itibarı ile dersleri iyi olmayan bir arkadaştı.  Bana sokak dili öğretirdi, ağzımı küfretmeye alıştıran adamdır Olkan. Tenefüs aralarında küfür telaffuzu çalışırdık mesela; o kadar zorlanırdım, o kadar alışkın değildim küfürlü konuşmamaya. Fıkradaki Zeki Müren gibi ‘al sana pis düşman’ diyerek başladım o bile zor gelmişti. Zamanla geliştirdim tabi kendimi; okulda her cümlenin sonuna ekliyordum bir amk. Eve gelince sus pus tabi, uysal ağırbaşlı Elvan oluveriyordum. Her nasılsa bir kere bile ağzımdan kaçırmadım küfrü okul dışında. İlkokul ortaokul ve hatta lisede dersleri iyi olan bir öğrenci oldum hep. Öyle ki, teşekkür belgesi bir utanç sebebi idi benim için. Her dönem sonunda verilen takdir olmalı idi bana. Olkan’a ders çalıştırırdım bazen. Çok zeki değildim ama,  ortalamanın üstünde bir öğrenci idim sanırsam. Okul hayatım boyunca oturup ders çalışmışlığım yoktur benim. Sanırım hepsini toplasak, liseden sonraki bir yıllık arada sınava hazırlık için yaptığım çalışmaya (ona da hazırlanmak denirse tabi) denk gelir tüm okul hayatımın ders çalışma saatleri. Nihayetinde, Olkan bana biraz gerçek hayat öğretirken ben ona ben de ona benim gibi olabileceğini anlatmaya çalışırdım. Benim gibi olmak da neyse artık, çünkü ben ben olmak için çaba sarfetmiyordum. Ama aynen benim küfürlü konuşmak için alıştırmaya ihtiyacım olduğu gibi onun da iyi notlar almak, uslu çocuk olmak için alıştırmaya ihtiyacı vardı. Zamanla, ikimiz de değişiyorduk. Günün birinde acil çıkış merdivenlerinden inerken ayağım kaydı düştüm. Hemen yapıştırdım küfürü; kafamı kaldırdım başımın ucunda en sevdiğim öğretmenlerimden biri. Keşke kafamı kaldırmayayadım, yerin dibine girdim. Girsem gam yemezdim desem daha da doğru olur belki de. Hiçbir şey söylemedi, benden beklenmezdi tabi öyle bir laf. Elimden tuttu, yerden kaldırdı. Başımı öne eğip sınıfıma yürüdüm. Utancımdan kimse ile konuşamadım, o dersten sonra Olkan bana sordu. ‘Oğlum neyin var la? Hiç konuşmuyon amk.’ ‘Senle artık konuşmucam, senin yüzünden küfürbaz oldum.’ dedim. ‘Amk, sen de çok küfürbaz oldun; benden çok küfrediyon.’ dedi. Ama olmaz, niye benle konuşmuyorsun diye tutturdu. Bir anlaşma yaptık. İkimiz de küfretmeyecektik ondan sonra. Sanırım, arkadaşlığımızın ona kattığı güzel şeylerden biri de bu olsa gerek. Küfürsüz tribünlere hoş geldiniz.
Orta ikinin ikinci ya da son sınıfın ilk döneminin sonu olsa gerek. Müdürümüz yeni değişmiş. İlk defa Matematik dersinden üç sınavda da 5 alarak (notlarım da 85, 85, 85) 5 alıyorum. Yeni Matematik öğretmenimiz var, Nilüfer Kanburoğlu. İsminin yanlış söylenmesinden ya da yazılmasından nefret eder. İlk derste ilk öğrettiği şey, ismi konusundaki hassasiyeti. Şimdi bile yanlış yazmamak için azami gayret gösterdim, bir yerden çıkıp kızacakmış gibi geliyor. Karne dağıtılıyor; sınıf öğretmenimiz (ismini şimdi hatırlayamadım) önce belgeleri dağıtıyor. Takdirler bitti, ismim yok; teşekkürler bitti, ismim yok. Bir terslik var diyorum, yaşlar gözlerimin kenarına gelmiş. Cesaretimi toplayıp öğretmene soruyorum: ‘Benim belgem yok mu?’. Cümlemin orta yerinde boğazım düğümleniyor, gözümden yaş düşüyor. Öğretmenim de şaşırıyor, nasıl olmuş da belge almamışım ben. Karneme bakıyor, ‘ama yavrum matematikten zayıf almışsın’. Kendimi daha fazla tutamıyorum, ağlamaya başlamışım. Öğretmenim bana teselli vermeye çalışırken karneleri dağıtıyor. Sonrasında ben de derdimi anlatmaya çalışıyorum. Öğretmen de bell ki bir an önce tatiline çıkmak istiyor olacak ki geçiştirmeye çalışıyor. Müdüre gidiyoruz; anlatıyorum, ‘karnemde zayıf var ama ben 5 almıştım’ o da önce ‘tabi tabi öyledir’ deyip gülüyor. Beni ailesinden kaçmaya çalışan çocuklardan sanıyorlar belli ki. Israrlarım üzerine Nilüfer öğretmeni arıyorlar. Öğretmen de notumu tam olarak hatırlamıyor ama zayıf almadıgımdan emin.  Müdür öğretmenin dolabını açmak için izin istiyor, ve sonrasında not defteri geliyor. Bakıyorlar, doğru söylüyormuşum. Müdüriyet hatası; notları yanlış girmişler sisteme. Benim okul numaram 1267, Olkan ise 1276. Yoklama sırasında ve öğretmenin not defterinde alt alta isimlerimiz. Benim notumu ona onunkini bana yazmişlar. Müdür hemen karne ve takdir belgesi basamayacaklarını söylüyor. İkinci dönem bi ara karne ve Takdir belgeni vereceğiz diyorlar. (Hala almadım) Bense ‘ama ben bu karneyi nasıl gösteririm aileme’ diyorum. Karne almadan gitmem diyorum. Neden sonra, müdür karneme imzasını atarak notu elle değiştiriyor. Kızıyorum tabi. ‘Buna kim inanır; Olkan bunu her dönem kendi yapıyor eve gitmeden önce!’. Babamı arayıp telefonla söylemesini istiyorum. O da sağolsun(!) olmaz diyor.

Babama ağlayarak anlattım olanları. Olur böyle şeyler yavrum dedi. Başımı sıvazlayıp hadi gel bana yardım et dedi. Hayatımın en berbat karne gününü böylece atlatmış oldum.

Tatil bitti, okula döndük. Olkan’la muhabbet ediyoruz.
‘Nasıldı la tatilin?’
‘İyi İşte..’
‘Ne oldu biliyor musun? Ben matematikten zayıf aldım, öğretmen 5 vermiş. Bizimkiler çok sevindi.’

Gülümsedim, bir şey söylemedim. Kiminin üzüntüsü kiminin sevinci oluyormuş.



Olkan’la bi fotografımız bile yok ya la.. Eskiden herkes cebinde makine ile dolaşmıyordu tabi..

No comments:

Post a Comment