Olkan diye bir
arkadaşım vardı orta okuldayken. Sıra arkadaşımdı, yanlış değilsem iki yıl aynı
sırayı paylaştık. Olkan da neymiş nasıl bir isimdir diye düşünürdüm;
duymamıştım daha önce. Çocuk bizim oralı değildi. Önceleri belki, de onların
yörede böyle bir isim vardır diye düşünmüştüm. Arkadaşlık ileriedikçe öğrendim;
meğer nüfus memuru kaydını yaparken ‘V’ harfini yazmayı unutmuş, herifin adı
Olkan diye kalmış. O zamana kadar Volkan diye bir arkadaşım da olmamıştı,
söylemesi zor geldi onca zaman Olkan diye çağırdıktan sonra. Sordum, ‘Seni
bundan sonra Volkan diye çağırayım mı?’ diye. ‘Yok’ dedi; ‘babam bile Olkan
diye çağırıyor.’ Sevinmiştim, Olkan yine Olkan olarak kalacaktı.
Güzel bir
arkadaşlığımız oldu orta okul boyunca. O bana çok şey öğretti; ben de ona.. O
bana göre daha bi fırlama, o dönem itibarı ile dersleri iyi olmayan bir
arkadaştı. Bana sokak dili öğretirdi,
ağzımı küfretmeye alıştıran adamdır Olkan. Tenefüs aralarında küfür telaffuzu
çalışırdık mesela; o kadar zorlanırdım, o kadar alışkın değildim küfürlü
konuşmamaya. Fıkradaki Zeki Müren gibi ‘al sana pis düşman’ diyerek başladım o
bile zor gelmişti. Zamanla geliştirdim tabi kendimi; okulda her cümlenin sonuna
ekliyordum bir amk. Eve gelince sus pus tabi, uysal ağırbaşlı Elvan
oluveriyordum. Her nasılsa bir kere bile ağzımdan kaçırmadım küfrü okul
dışında. İlkokul ortaokul ve hatta lisede dersleri iyi olan bir öğrenci oldum
hep. Öyle ki, teşekkür belgesi bir utanç sebebi idi benim için. Her dönem
sonunda verilen takdir olmalı idi bana. Olkan’a ders çalıştırırdım bazen. Çok
zeki değildim ama, ortalamanın üstünde
bir öğrenci idim sanırsam. Okul hayatım boyunca oturup ders çalışmışlığım
yoktur benim. Sanırım hepsini toplasak, liseden sonraki bir yıllık arada sınava
hazırlık için yaptığım çalışmaya (ona da hazırlanmak denirse tabi) denk gelir
tüm okul hayatımın ders çalışma saatleri. Nihayetinde, Olkan bana biraz gerçek
hayat öğretirken ben ona ben de ona benim gibi olabileceğini anlatmaya
çalışırdım. Benim gibi olmak da neyse artık, çünkü ben ben olmak için çaba
sarfetmiyordum. Ama aynen benim küfürlü konuşmak için alıştırmaya ihtiyacım
olduğu gibi onun da iyi notlar almak, uslu çocuk olmak için alıştırmaya
ihtiyacı vardı. Zamanla, ikimiz de değişiyorduk. Günün birinde acil çıkış
merdivenlerinden inerken ayağım kaydı düştüm. Hemen yapıştırdım küfürü; kafamı
kaldırdım başımın ucunda en sevdiğim öğretmenlerimden biri. Keşke kafamı
kaldırmayayadım, yerin dibine girdim. Girsem gam yemezdim desem daha da doğru
olur belki de. Hiçbir şey söylemedi, benden beklenmezdi tabi öyle bir laf.
Elimden tuttu, yerden kaldırdı. Başımı öne eğip sınıfıma yürüdüm. Utancımdan
kimse ile konuşamadım, o dersten sonra Olkan bana sordu. ‘Oğlum neyin var la?
Hiç konuşmuyon amk.’ ‘Senle artık konuşmucam, senin yüzünden küfürbaz oldum.’
dedim. ‘Amk, sen de çok küfürbaz oldun; benden çok küfrediyon.’ dedi. Ama
olmaz, niye benle konuşmuyorsun diye tutturdu. Bir anlaşma yaptık. İkimiz de
küfretmeyecektik ondan sonra. Sanırım, arkadaşlığımızın ona kattığı güzel
şeylerden biri de bu olsa gerek. Küfürsüz tribünlere hoş geldiniz.
Orta ikinin
ikinci ya da son sınıfın ilk döneminin sonu olsa gerek. Müdürümüz yeni
değişmiş. İlk defa Matematik dersinden üç sınavda da 5 alarak (notlarım da 85,
85, 85) 5 alıyorum. Yeni Matematik öğretmenimiz var, Nilüfer Kanburoğlu.
İsminin yanlış söylenmesinden ya da yazılmasından nefret eder. İlk derste ilk
öğrettiği şey, ismi konusundaki hassasiyeti. Şimdi bile yanlış yazmamak için
azami gayret gösterdim, bir yerden çıkıp kızacakmış gibi geliyor. Karne dağıtılıyor;
sınıf öğretmenimiz (ismini şimdi hatırlayamadım) önce belgeleri dağıtıyor.
Takdirler bitti, ismim yok; teşekkürler bitti, ismim yok. Bir terslik var
diyorum, yaşlar gözlerimin kenarına gelmiş. Cesaretimi toplayıp öğretmene
soruyorum: ‘Benim belgem yok mu?’. Cümlemin orta yerinde boğazım düğümleniyor,
gözümden yaş düşüyor. Öğretmenim de şaşırıyor, nasıl olmuş da belge almamışım
ben. Karneme bakıyor, ‘ama yavrum matematikten zayıf almışsın’. Kendimi daha
fazla tutamıyorum, ağlamaya başlamışım. Öğretmenim bana teselli vermeye
çalışırken karneleri dağıtıyor. Sonrasında ben de derdimi anlatmaya
çalışıyorum. Öğretmen de bell ki bir an önce tatiline çıkmak istiyor olacak ki
geçiştirmeye çalışıyor. Müdüre gidiyoruz; anlatıyorum, ‘karnemde zayıf var ama
ben 5 almıştım’ o da önce ‘tabi tabi öyledir’ deyip gülüyor. Beni ailesinden
kaçmaya çalışan çocuklardan sanıyorlar belli ki. Israrlarım üzerine Nilüfer
öğretmeni arıyorlar. Öğretmen de notumu tam olarak hatırlamıyor ama zayıf
almadıgımdan emin. Müdür öğretmenin dolabını
açmak için izin istiyor, ve sonrasında not defteri geliyor. Bakıyorlar, doğru
söylüyormuşum. Müdüriyet hatası; notları yanlış girmişler sisteme. Benim okul
numaram 1267, Olkan ise 1276. Yoklama sırasında ve öğretmenin not defterinde
alt alta isimlerimiz. Benim notumu ona onunkini bana yazmişlar. Müdür hemen
karne ve takdir belgesi basamayacaklarını söylüyor. İkinci dönem bi ara karne
ve Takdir belgeni vereceğiz diyorlar. (Hala almadım) Bense ‘ama ben bu karneyi nasıl gösteririm aileme’ diyorum. Karne almadan gitmem diyorum. Neden sonra,
müdür karneme imzasını atarak notu elle değiştiriyor. Kızıyorum tabi. ‘Buna kim
inanır; Olkan bunu her dönem kendi yapıyor eve gitmeden önce!’. Babamı arayıp
telefonla söylemesini istiyorum. O da sağolsun(!) olmaz diyor.
Babama ağlayarak
anlattım olanları. Olur böyle şeyler yavrum dedi. Başımı sıvazlayıp hadi gel
bana yardım et dedi. Hayatımın en berbat karne gününü böylece atlatmış oldum.
Tatil bitti,
okula döndük. Olkan’la muhabbet ediyoruz.
‘Nasıldı la
tatilin?’
‘İyi İşte..’
‘Ne oldu biliyor
musun? Ben matematikten zayıf aldım, öğretmen 5 vermiş. Bizimkiler çok
sevindi.’
Gülümsedim, bir
şey söylemedim. Kiminin üzüntüsü kiminin sevinci oluyormuş.
Olkan’la bi
fotografımız bile yok ya la.. Eskiden herkes cebinde makine ile dolaşmıyordu tabi..
No comments:
Post a Comment