Bazen soruyorum kendime, "Neden bu ülkede yaşıyorum?" Korkular geliyor aklıma; çocukluğum, lise yıllarım ve gelecek korkusu. Korkudan başka bir şey aşılanmıyor çünkü o yıllarda.
O korkuyla hatalı seçimler de yaptım doğal olarak. Yapmadığım da var. Ne olacağımı bilmek. Yine de doğru yaptığım bir şey vardı. "Ben doktor olmam," demiştim anneme daha okula bile başlamadan önce.
Ne olacağımı belirlememiştim. Tabii yarış atı gibi, girilecek sınavlardan başka bir şey düşünmeden geçen yıllarda ne olmak istediğini düşünmek zor iş. Üstüne üstlük rol model de yok.
Benim kişisel olarak benimsediğim tek meslek, çocukluğumdan bu yana öğretmenlikti. Sebebi cok açık. En çok gördüğüm model öğretmendi. Günde yedi, sekiz saat öğretmen. İlkokulda çok da iyi bir öğretmenim vardı, şanslıyım o açıdan. Ama ilkokulda veya lisede öğretmenlik benim işim değilmiş, çok sonra anladım.
Lisede İngilizce, Matematik'ten kolay gelince olanlar oldu tabi. Matematik hayatım boyunca kolay bir ders olmadı, ama liseye kadar hiç bir zaman kötü de olmadı. Lise birinci sınıf matematikten nefret sebebim oldu. Düzeltelim, lise bir değil matematik öğretmenim. İsim vermeyeyim, o öğretmeni bir daha sınıfta görmemek adına, matematikle bir daha hiç karşılaşmayacağım yabancı dil bölümüne devam ettim.
Ettim de fena mı oldu? Yok, mevzu o değil. Hiç ders çalışma gereği duymadan liseyi başarılı bir şekilde bitirdim. Aynı şekilde, çok çalışmaya gerek kalmadan üniversiteyi. Kolaydı çünkü. Beni zorlayan bir mevzu yoktu ortada. Yazık oldu diyorum, kapasitemin dörtte birini bile kullanma gereği duymadim.
Şimdi bu ülkede meslek sahiplerine bakıyorum. Geçmişe geri dönesim geliyor. Ancak şimdi görebiliyorum olmak istediğim kişileri. Hepsi matematikle ilgili. Mühendisliğin her türlü dalı ilgimi çekiyor.
Buradaki bir lise öğrencisine sordum matematikten kopma sebebim olan formülasyonu. Hani şu f(x)=(.....) diye başlayıp devam eden konu. Türkçe'si fonksiyonlar. Çocuk anlattı, anladım. Bir yanlışlık olmalı, bu kadar basit miydi bu? Tekrar sordum, yok o kadar basit. "F" İngilizce "function" kelimesini temsil ediyor. Türkçe'ye fonksiyon diye çevrilmiş. Fonksiyon ne demek bilmiyoruz tabi. Bilsek anlayacağız. Oradaki "f" harfinin rakama görev veya işlev yüklediğini anlasak, soru soru bile değil, o kadar yani.
Neyse, baştaki soruya gelelim. "Neden gelmiyorsun Türkiye'ye? Ne var Amerika'da?" Ciddi söylüyorum, yok bir şey. Çalıştığının karşılığını veriyorlar, o kadar. Buranın koşullarına göre iyi de değil, ama Türkiye ile karşılaştırınca iyi geliyor. Yoksa buranın fakirlerindenim.
Madem istediğimizi olamadik, olacağımızda istediğimiz gibi iyi olalım bari.
Şimdi Türkiye'ye gelsem ne olurum diye sorunca da hemen alıveriyorum cevabımı. Öğretmen oldun mesela, asgari ücretle bir başla bakalım derler. O olmadi çevirmen oldun diyelim. Gecen gündüzün olmaz. Nedense sevemedim Türkiye'nin çalışma koşullarını, işverenlerini, devlet dahil. Ben de burayı memleket edindim kendime. Doğduğum yer değil, doyduğum yerde yaşıyorum. Bizde olduğu gibi, burada da yobaz var, ama olsun. Onu da idare edeceğiz artık.
Gelelim başlığa. Onun hikayesini anlayan anladı. Şimdi yazı uzun olursa, sıkılır okumazsınız . Ziyan olmasın. Bir sonraki yazıya artık. .
Fox News Articles and Segments by Elvan
- Home
- Biden's release of report on Khashoggi killing shows difference from Trump's approach, experts say
- Preview of NFL Playoffs Divisional Round on FOX
- Russian Cyberattack: It will take a long time to understand, perhaps years, experts say
- Pompeo: Russia is ‘pretty clearly’ behind cyberattack on American government agencies
- US sanctions could further strain relations with NATO ally Turkey amid Biden transition: analysts
- Apollo 11: 50 years on, the Eagle lunar module serves as a reminder of mankind’s ability to innovate
- Standoff escalates between Trump administration, Turkey over deal with Russia
Showing posts with label eşitlik. Show all posts
Showing posts with label eşitlik. Show all posts
Sunday, December 21, 2014
En Son Haymana'da Görüldü Hocam
Wednesday, November 26, 2014
Eşitlik Yalanı
Kadın erkek
eşitliği üzerine Erdoğan’ın yaptığı konuşma sonrasında yapılan haberler aklıma
bir kaç hatırayı getirdi.
Yaklaşık üç hafta
önceydi. Halen öğrencisi olduğum Georgetown Üniversitesi, Gazetecilik programının
Etik dersi araştırma ödevlerinden birisi için incelediğimiz kitabı tartışıyoruz.
Toplantı için, Associated Press Washinton D.C. binasında iki sınıf öğrencileri
olarak bir araya gelmişiz. Araştırma konusu olan kitap “Bang Bang Club”.
Kitap 1989, 1994
yılları arasında Güney Afrika’daki iç savaşı işleyen dört foto muhabirinin
hikayesini muhabirlerden birisi olan Greg Marinovich’in ağzından anlatıyor.
Muhabirlerden Ken Oosterbroek 1994’te bir çatışmayı fotograflarken ölüyor. Bir
diğeri Kevin Carter kısa bir süre sonra intihar ediyor. Greg bir çok kez
yaralanmasına rağmen hayatta kalmayı başarmış. Joao Da Silva 2010’da Afganistan’da
savaş muhabiri olarak çalışırken mayına basıp iki bacagını kaybetmiş. Kısacası hayatları
dramatik bir şekilde sonlanan veya devam eden gazetecilerin hikayesi.
Biz ise kitaptan
yola çıkarak, yaptıkları işte ne kadar etik davrandıklarını tartışıyoruz. Zira,
Ken çektiği ölüm dolu fotograflarla Güney Afrika’da üç kez yılın fotografçısı
ödülünü kazanmış. Kevin bir çoğumuzun 90’lı yıllardan hatırlayacağı ödüllü “Akbabanın
önünde ölmek üzere olan Sudan’lı çocuk” fotografını çeken kişi. Greg ve Joao da
benzer fotograflarla aynı derecede önemli ödüllere layık görülmüş.
Dersimizin tek
amacı, gazetecilik ahlakı üzerine bilgi edinip ahlaklı gazeteciler olarak
yazılarımızı yazmak veya haber hazırlamak. Tartışmamızın bir noktasında
profesör soruyor.
“Onların yerinde
olmak ister miydiniz? Birisi gözünüzün önünde öldürülürken siz yan tarafta
durup fotografını çekebilir misiniz? Bir insan tüm vücudu ateşler içersinde
yanıp, can havliyle koşarken, elinizdekileri bırakıp yardım etmek yerine, size
Pulitzer kazandıracak olan fotografı çekmek nasıl bir duygu?”
14 kişilik
sınıfta üç erkek öğrenciyiz. Sınıfın yüzde 90’ı savaş muhabirliğinin erkek işi
olduğuna kanaat getiriyor. Sınıftaki bayan öğrencilerin bir çoğu açık ve net
bir şekilde, bu tür bir görevi kabul edemeyeceğini dile getiriyor. Sınıfta kadın
erkek eşitliğini savunaraktan, her hangi bir işin kadın ya da erkek işi olarak
algılanmasının doğru olmayacağını savunan yüzde 10’luk gruptaki kişilerden biri
de benim.
Sınıftaki
öğrencilerden Joe, daha önce Suriye’de iki haftalık bir göreve gitmiş. Gördüğü
ölümlerin bir süre sonra ne kadar sıradanlaştığını anlatırken anlatırken
sınıftaki diğer öğrencilerin yüzünden tiksinti akıyor.
“Hiç kadınlara
göre değil,” diyor birisi.
Profesör, “Bu tür
bir görevi kabul etmemek sizi daha az, ya da daha yeteneksiz bir gazeteci yapmaz.
Her kişinin kaldırabileceği yük farklıdır,” yorumunu ekliyor.
İki hafta sonra,
yine Etik dersinde video ve ses kayıtları kullanırken ahlaklı gazetecilik
konusunu tartışıyoruz. Washinton
Post TV muhabirlerinden Lee
Powell misafir olarak dersimize katılıyor. Konuşmasının bir kısmında, “Haberi
hazırlarken çektiğim bütün videoyu kullama şansım yoktur. Çoğu zaman kullanılan
kısım, yani seyircinin gördüğü video, çekilen tüm videonun yüzde 10’undan daha
azdır ve etik olarak videonun kesilmesinde bir sakınca yoktur,” diyor.
Hemen soru
soruyorum.
“Peki, videonun
bir kısmını alıp, konuşmacının ağzından asıl söylemek istediğinin dışında bir
anlam ifade edecek şekilde haberi hazırlamak ahlaki açıdan kabul edilebilir mi?”
Lee “Anlamda
değişikliğe neden olacak her derleme gazetecilik ahlakınana aykırıdır,” diyor.
İki gün önce
Cumhurbaşkanı Erdoğan kadın hakları konusunda yaptığı konuşmada, kadın erkek
eşitliği konusunda görüşlerini dile getirdi. Konuşmanın kadın hakları ile
ilgili olan kısmı yaklaşık 18 dakika. Genel olarak adalet konusunu işlemiş.
Bizim haberdar
olduğumuz kısmı ise yaklaşık 45 saniyelik kısım. “Kadın ver erkek eşit
değildir.”
Önü ve arkasını
bildirmeden “Kadın ile erkeği eşit konuma getiremezsiniz. O fıtrata terstir,” cümlelerini
bize sundular. Biz de yuttuk hap gibi. Nasılsa muhalif her seyi gözümüz kapalı
kabul ediyoruz. Araştırmak incelemek gibi huylar bize ters çünkü. Hadi bizi
geçelim asıl sözüm bunu bize sunan habercilere. Türkiye’de gazeteci olmak zor.
Ya yandaşsınızdır ya da gözü kapalı muhalefet. Ahlak yoksunluğu, Türk
gazeteciliğinde üstatlık makamına getirir adamı.
Türkiyedeki haber
kaynaklarından BBC
Türkçe, Oda
TV, Sözcü,
Cumhuriyet
attıkları başlıklarla bize gazeteci ahlaksızlığının örneklerini sundular, sağolsunlar.
Başka da vardır daha arama gereği duymadım. Sabah
başka bir taraftan bakıp avukatlığa soyunmuş. Gerçi, gayri-ahlaki
gazeteciliğin açığa vurulması da ahlaki gazeteciliğe girer. O yüzden o kadar
çatmayacağım Sabah’a.
The
Guardian, BBC, Business
Insider, Telegraph
Türkiye’deki haber kaynaklarına dayandırarak sözleşmiş gibi aynı başlıkları
atmışlar. Tamam Türkçe bilmiyorsunuz da, bilen birine de mi sormuyorsunuz.
Ahlak dersi sizin zamanınızda zorunlu değil miydi acaba? Yoksa doğal mı bu
ahlaksızlık. Saldırgan olunduğu kadar mı kabul görülüyor ki, sadece en radikal
görünecek kısmı kesip almaktan çekinmiyorsunuz? Bu mudur gazetecilik? En çok
tıklanacak kelimeyi başlık yapmak.
Tamam, kabul;
başına sonuna bakmazsak adamın söylediği en ilginç kısım burası. İyi de bunu
öncesi ile sonrası nerede? Sadece burayı yazmak etik gazeteciliğe sığar mı?
Ondan sonra gel
Facebook’a bak. Arkadaş listem coşmuş. Nerde kadın erkek eşitliği yaygarası
kopuyor. Birisi çıkmış yabancı basının bizimle nasıl dalga geçtiğinden dem
vuruyor. Öteki küfretmeyi erdem sayıyor. Yahu sen sana verilenden fazlasını
araştırmazsan, ahlaksız gazetecinin kör okuyucusu olursun. O yüzden de onların
ahlaksızlığı bitmez. Onun da sebebi senin okumayı istediğin haberi arıyor
olmandır. Okumak güzel şey, araştırmak harika. Az kafa yormaktan zarar gelmez.
Denemeyi tavsiye ederim.
Subscribe to:
Posts (Atom)